24 Şubat 2020'de ilk blog yazımı yazdığımda internet sitemde gündeme, genel kültüre, topluma yönelik yazdığım yazıları bir sohbet havası eşliğinde yayımlamayı planlıyordum. Bu yüzden bloguma "İçimden Geçenler İçimden Geldiği Gibi" mottosunu uygun bulmuştum. Her insan içinde bir miktar huzursuzluk taşır. İşte bu huzursuzluk; insanı araştırmaya, üretmeye, yapmaya, sıradışı olana iter. Kimisi maymun iştahlıdır: Kendini aramak adına bir şeyler yapmaya çalışır, vazgeçer. Kimi insan şanslıdır: Kendini çabucak bulur. Kimi insan talihsizdir: Kendini bulduğunu sanar ama kendini ebediyen kaybetmiştir. Bu insanlar bir nebze de olsa huzuru bulmuştur. Onlar huzuru, huzursuzluklarını hissettikleri anda dışarı vermekle bulurlar. Ahmed Hamdi Tanpınar'ın Huzur romanı için husursuzluğun kitabı derler. Fernando Pessoa'nın da Huzursuzluğun Kitabı adlı bir eseri vardır. Oysa bütün kitapları oluşturan huzursuzluk düşüncesi değil midir? Ken
Futbol yorumcusu da edebiyatçı gibidir. Çünkü daha çok okunmak ve daha çok dinlenilmek için insanların duygularına tercüman olacak laflar bulmaya çalışır.
Liverpool'un 2013-2014 sezonunda şampiyon olamamasını kamuoyu, Gerard'ın ayağının kaymasına bağlamıştı. İlla bir suçlu arayacaksak kendimizden başlayabiliriz.
Peki ya ortada bir suçlu ya da suç yoksa? Ya bizler şu meşhur sağcı refleksinden kaçmaya çalışırken kendimize alternatif bir sağ oluşturup alternatif bir refleks geliştiriyorsak?
Trabzonspor'un belirli defoları olduğu için üst seviyelere çıkamayan ama kendi seviyesinde iyi meziyetlere sahip oyunculara ihtiyacı vardı. Hugo, Bakasetas, Trezeguet, Visča gibi oyuncular buna iyi bir örnek. Trabzonspor bu kaliteli yabancılarla kaliteli yerli futbolcuları birleştirirse -zannedersem Ömür de hep bu seviyelerde kalacak- bir ekol sahibi olma yolunda ilerler. Ancak bunun için bir üretim ekonomisi oluşturmak şarttır.
Çünkü Özkan Sümer'in dediği gibi: "Trabzonspor ona hayat verenlerin hayatıdır." Trabzon gibi bir kentte bir futbol takımının var olabilmesi için önce Trabzonspor'un birilerine hayat vermesi, sonra birilerinin Trabzonspor'u hayatı hâline getirmesi gerekir. Yoksa para ve dolayısıyla transfer asla bu organik dayanışmayı sağlamayacaktır.
Herkes Trabzonspor üzerinden bir yer edinmeye çalışıyor. Bu ahlaksızlıktır ancak buna sebep olan da Trabzonspor'un şehir insanının hayatına dokunmuyor oluşudur.
Bu ne yazık ki Abdullah Avcı geldiğinden beri değil 80 darbesinden beri böyledir.
Rakip her ne şekilde ve her ne seviyede olursa olsun, Trabzonspor bir kurumsal hafızaya sahip olmadığı sürece isterse 135 gol pozisyonuna girsin, yine başarılı olamaz.
Burada Abdullah Avcı'yı, yönetimi ve futbolcuları aşan bir mesele olsa da bu, onların üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmemelerine bir mazeret olamaz.
Abdullah Avcı ve Ağaoğlu yönetiminden.beklenen, iyi futbolcular transfer etmek değil üretmek ve üretimi kalıcı hâle getirmektir.
Türkiye'deki çeyrek yüz yıllık düzen, mikro ve makro anlamda yönetimlerin birbirini tekrar etmesine sebep olmaktır. Bu bağlamda en demokratik niyetlerle iş başına gelen yönetimler bile bir lider kültü oluşturup totaliterleşmekten kendini alamamaktadır.
Geçmişte yaşanan başarılar, gelecekte yaşanacak başarıların garantörü değildir.
Başta bir "yapı" kurmak amacıyla gelen yönetim de yalnızca kendi iktidarını pekiştirme peşinde gitmektedir.
Ne yazık ki Türkiye'de bir eleştirel kültürün olmaması, aklı selim kimselerin eleştirileri başka yönlere çekilmesine sebep olmaktadır. Bunun sonucunda konu, bambaşka yerlere gitmekte ve asıl amacımız olan hayatı kavramaktan uzaklaşılmaktadır.
Hayatta net bir siyah- beyaz ayrımı yoktur. Hayat, karşımıza problemler verir ve bizler bu problemleri o duruma uydurarak çözmeye çalışırız.
Yorumlar
Yorum Gönder