24 Şubat 2020'de ilk blog yazımı yazdığımda internet sitemde gündeme, genel kültüre, topluma yönelik yazdığım yazıları bir sohbet havası eşliğinde yayımlamayı planlıyordum. Bu yüzden bloguma "İçimden Geçenler İçimden Geldiği Gibi" mottosunu uygun bulmuştum. Her insan içinde bir miktar huzursuzluk taşır. İşte bu huzursuzluk; insanı araştırmaya, üretmeye, yapmaya, sıradışı olana iter. Kimisi maymun iştahlıdır: Kendini aramak adına bir şeyler yapmaya çalışır, vazgeçer. Kimi insan şanslıdır: Kendini çabucak bulur. Kimi insan talihsizdir: Kendini bulduğunu sanar ama kendini ebediyen kaybetmiştir. Bu insanlar bir nebze de olsa huzuru bulmuştur. Onlar huzuru, huzursuzluklarını hissettikleri anda dışarı vermekle bulurlar. Ahmed Hamdi Tanpınar'ın Huzur romanı için husursuzluğun kitabı derler. Fernando Pessoa'nın da Huzursuzluğun Kitabı adlı bir eseri vardır. Oysa bütün kitapları oluşturan huzursuzluk düşüncesi değil midir? Ken
Fernando Pesaoa'yı özellikle pandemiden sonraki dönemde alıntılarıyla tanımıştım. Pessoa'nın: " İstemeden varım, istemeden öleceğim. Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum, birer hiç olan şeylerin ortasındaki soyut ve tensel noktayım." alıntısını Twitter'da sörf yaparken fake bir hesabın tek retweeti olarak okumuş ve hayli etkilenmiştim. Sosyal medyanın ortaya koyduğu ve son zamanlarda iyice yayılan bir kitap kültürü var: Hayatın sillesini yemiş ama kitaplarıyla mutlu olan bir kız tipi, kahve, kitap-kafe, tayt altına girilen uzun ve saçma sapan çoraplar, içersinde bolca üç nokta ve noktalı virgülün olduğu metinler... Bir dönem ben de İnstagram' da kitap incelemelerini paylaştığım bir hesap açmıştım. Benimle birlikte aynı işi yapan hesapları incelediğimde incelemeye tâbi tutulan kitapların genellikle ya best-seller ya da adı sanı duyulmamış yazarların reklam o