24 Şubat 2020'de ilk blog yazımı yazdığımda internet sitemde gündeme, genel kültüre, topluma yönelik yazdığım yazıları bir sohbet havası eşliğinde yayımlamayı planlıyordum. Bu yüzden bloguma "İçimden Geçenler İçimden Geldiği Gibi" mottosunu uygun bulmuştum. Her insan içinde bir miktar huzursuzluk taşır. İşte bu huzursuzluk; insanı araştırmaya, üretmeye, yapmaya, sıradışı olana iter. Kimisi maymun iştahlıdır: Kendini aramak adına bir şeyler yapmaya çalışır, vazgeçer. Kimi insan şanslıdır: Kendini çabucak bulur. Kimi insan talihsizdir: Kendini bulduğunu sanar ama kendini ebediyen kaybetmiştir. Bu insanlar bir nebze de olsa huzuru bulmuştur. Onlar huzuru, huzursuzluklarını hissettikleri anda dışarı vermekle bulurlar. Ahmed Hamdi Tanpınar'ın Huzur romanı için husursuzluğun kitabı derler. Fernando Pessoa'nın da Huzursuzluğun Kitabı adlı bir eseri vardır. Oysa bütün kitapları oluşturan huzursuzluk düşüncesi değil midir? Ken
Bundan yaklaşık iki yıl önce Rise of Empire'ı izlemek hem de çok tartışılan bir platform hakkında fikir sahibi olmak için Netflix'e üye olmuştum. Netflix'ten izlediğim ikinci film, Bir TRT yapımı olan Aşkın Yolculuğu: Yunus Emre' ydi. Filme başlarken elbette çok fazla bir beklentim yoktu. Film; bu son derece ön yargısız ve minicik beklentilerimi bile karşılamadı. Öte yandan film, genel olarak gayet olumlu eleştireler almış. Bunun da iki önemli nedeni var. Birincisi, Yunus Emre gibi bir diziyi ancak Yunus Emre meraklısı olanlar izler. Filmin kitlesi tekke kültürüne meyyal, muhafazakâr gençler ile ancak benim gibi Türkoloji öğrencileridir. İkincisi, Türkiye'de Aşkın Yolculuğu: Yunus Emre' nin muadili eserlerin bırakın henüz yapılmış olmamasını, yapılmasının akıllardan bile geçmemesidir. Elde hiçbir şey olmadığından ülkemizde bir şeyle ilgili eleştiri kültürü oturabilmiş değil. Dolayısıyla bu dizi de ya övülecek ya da yanlış şek