24 Şubat 2020'de ilk blog yazımı yazdığımda internet sitemde gündeme, genel kültüre, topluma yönelik yazdığım yazıları bir sohbet havası eşliğinde yayımlamayı planlıyordum. Bu yüzden bloguma "İçimden Geçenler İçimden Geldiği Gibi" mottosunu uygun bulmuştum. Her insan içinde bir miktar huzursuzluk taşır. İşte bu huzursuzluk; insanı araştırmaya, üretmeye, yapmaya, sıradışı olana iter. Kimisi maymun iştahlıdır: Kendini aramak adına bir şeyler yapmaya çalışır, vazgeçer. Kimi insan şanslıdır: Kendini çabucak bulur. Kimi insan talihsizdir: Kendini bulduğunu sanar ama kendini ebediyen kaybetmiştir. Bu insanlar bir nebze de olsa huzuru bulmuştur. Onlar huzuru, huzursuzluklarını hissettikleri anda dışarı vermekle bulurlar. Ahmed Hamdi Tanpınar'ın Huzur romanı için husursuzluğun kitabı derler. Fernando Pessoa'nın da Huzursuzluğun Kitabı adlı bir eseri vardır. Oysa bütün kitapları oluşturan huzursuzluk düşüncesi değil midir? Ken
Bjelica'yı yaklaşık 3 yıl önce Dinamo Zagreb'in başındayken tanımıştım. Kendi futbol anlayışıma da yakın bulduğum Bjelica, bir gün Trabzonspor'u çalıştıracak deseler imkânı yok, inanmazdım. Belki Bjelica kendine başarılı olabileceği ve çok daha rahat bir çalışma imkânı bulabileceği bir takım bulabilirdi ama Trabzonspor bırakın başarılı olabilecek bir teknik direktörü, takımın başında duracak birini bulabilecek miydi, emin değilim doğrusu. Ne yaptığını bilen bir teknik direktörün sabra değil zamana ihtiyacı vardır. Takımla yalnızca bir gün mesai yapma imkânı bulan Bjelica, henüz değerlendirilme şerefine ulaşamamıştır. Yalnızca bu girizgâhı yapmamız bile ülkemizin bir futbol ülkesi olmadığının Trabzon'un da eski Trabzon olmadığının en büyük delilidir. Artık zar zor ayakta kalabilen yaşlı futbolcuların yanında sanki onlarla birlikte jübile yapacak gencecik çocukları gördüğümüzde sorunun yalnızca maddî veya zihinsel değil fiziksel olduğun