24 Şubat 2020'de ilk blog yazımı yazdığımda internet sitemde gündeme, genel kültüre, topluma yönelik yazdığım yazıları bir sohbet havası eşliğinde yayımlamayı planlıyordum. Bu yüzden bloguma "İçimden Geçenler İçimden Geldiği Gibi" mottosunu uygun bulmuştum. Her insan içinde bir miktar huzursuzluk taşır. İşte bu huzursuzluk; insanı araştırmaya, üretmeye, yapmaya, sıradışı olana iter. Kimisi maymun iştahlıdır: Kendini aramak adına bir şeyler yapmaya çalışır, vazgeçer. Kimi insan şanslıdır: Kendini çabucak bulur. Kimi insan talihsizdir: Kendini bulduğunu sanar ama kendini ebediyen kaybetmiştir. Bu insanlar bir nebze de olsa huzuru bulmuştur. Onlar huzuru, huzursuzluklarını hissettikleri anda dışarı vermekle bulurlar. Ahmed Hamdi Tanpınar'ın Huzur romanı için husursuzluğun kitabı derler. Fernando Pessoa'nın da Huzursuzluğun Kitabı adlı bir eseri vardır. Oysa bütün kitapları oluşturan huzursuzluk düşüncesi değil midir? Ken
Bütün coğrafya tanımları, coğrafyanın dağılış ve neden sonuç ilkelerinden hareketle beşeri sistemleri ve yeryüzünü araştırdığı üzerinde anlaşmaya varmıştır. Buna göre coğrafya; fizikî , biyo , hidro , beşeri , ekonomik ve bölgesel coğrafya olmak üzere uzmanlıklara ayrılır. Bütün bu uzmanlıklar altında başka başka alt alanlar da olup bu alt alanlar da kendi içersinde uzmanlaşmayı gerektirir. Karıncaların hareketlerini takip ederek depremi önceden bildiklerini iddia eden yerli ve millî sözde bilim adamlarımız, özdeyse kanaat önderleri, bunları kamuoyuna anlatmaya çekindikleri için söyleyeceklerimin garip gelmesi oldukça doğaldır. Depremin şiddeti ve büyüklüğü farklı anlamlara gelir. Şiddet, büyüklük demek olmadığı gibi bu iki kavramın birbiri yerine kullanılması büyük sorunlara yol açmaktadır. Buna göre 7.8 ve 7.6 gibi rakamsal ifadeler depremin büyüklüğünü ifade etmektedir. Oysa depremde kaç binanın yıkıldığı, kaç canın bu dünyadan göçtüğü is