24 Şubat 2020'de ilk blog yazımı yazdığımda internet sitemde gündeme, genel kültüre, topluma yönelik yazdığım yazıları bir sohbet havası eşliğinde yayımlamayı planlıyordum. Bu yüzden bloguma "İçimden Geçenler İçimden Geldiği Gibi" mottosunu uygun bulmuştum. Her insan içinde bir miktar huzursuzluk taşır. İşte bu huzursuzluk; insanı araştırmaya, üretmeye, yapmaya, sıradışı olana iter. Kimisi maymun iştahlıdır: Kendini aramak adına bir şeyler yapmaya çalışır, vazgeçer. Kimi insan şanslıdır: Kendini çabucak bulur. Kimi insan talihsizdir: Kendini bulduğunu sanar ama kendini ebediyen kaybetmiştir. Bu insanlar bir nebze de olsa huzuru bulmuştur. Onlar huzuru, huzursuzluklarını hissettikleri anda dışarı vermekle bulurlar. Ahmed Hamdi Tanpınar'ın Huzur romanı için husursuzluğun kitabı derler. Fernando Pessoa'nın da Huzursuzluğun Kitabı adlı bir eseri vardır. Oysa bütün kitapları oluşturan huzursuzluk düşüncesi değil midir? Ken
KONDA'nın 2018 yılında yaptığı anketin 2023'e girerken gündeme gelmesi sonucu, Türkiye belki de tarihinin en komik yılbaşılarından birini geçirdi. Tadımızın tuzumuzun olmadığı, yılbaşının eskisi gibi kutlanmadığı şu günlerde biraz da olsa Lozan'la eğlenebilmek açıkçası güzeldi. Takip edebildiğim kadarıyla oldukça yaratıcı mizahlar da ortaya çıktı. Bundan sonra bu Lozan meselesinin güldük, eğlendik ve bitti denilerek rafa kaldırılması daha doğru olur. Çünkü bizim burada alaya aldığımız şey, bir insan grubunun "inandığı." Lozan konusunda yeterince tarih profesörü ve araştırmacı yeterince açıklama yaptı. Bugün bu yazıyı okuyanların kafasında zaten Lozan'ın 2023 yılında sona erip ermediğiyle ilgili bir yargı var. Benim bu konuda defalarca tekrarlanmış bir şeyleri tekrar etmeme gerek yok. Ancak ben Lozan'ın 2023'te bitip bitmediğini kabul etmenin sosyolojik ve psikolojik boyutunu ortaya koyarsam insanların hayatlarından vakitler