Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Tanıtım Yazısı

İçimden Geçenler İçimden Geldiği Gibi!

       24 Şubat 2020'de ilk blog yazımı yazdığımda internet sitemde gündeme, genel kültüre, topluma yönelik yazdığım yazıları bir sohbet havası eşliğinde yayımlamayı planlıyordum. Bu yüzden bloguma "İçimden Geçenler İçimden Geldiği Gibi" mottosunu uygun bulmuştum.     Her insan içinde bir miktar huzursuzluk taşır. İşte bu huzursuzluk; insanı araştırmaya, üretmeye, yapmaya, sıradışı olana iter.     Kimisi maymun iştahlıdır: Kendini aramak adına bir şeyler yapmaya çalışır, vazgeçer. Kimi insan şanslıdır: Kendini çabucak bulur. Kimi insan talihsizdir: Kendini bulduğunu sanar ama kendini ebediyen kaybetmiştir.     Bu insanlar bir nebze de olsa huzuru bulmuştur. Onlar huzuru, huzursuzluklarını hissettikleri anda dışarı vermekle bulurlar.      Ahmed Hamdi Tanpınar'ın Huzur romanı için husursuzluğun kitabı derler. Fernando Pessoa'nın da Huzursuzluğun Kitabı adlı bir eseri vardır. Oysa bütün kitapları oluşturan huzursuzluk düşüncesi değil midir?    Ken

Akademik Yazılar: Üniversite, Kütüphane Etrafında Çöreklenmiş Binalardan İbarettir

   Dövizin saniye saniye tırmandığı, ekonomik krizin içinden çıkılmaz bir boyuta ulaştığı, işsizliğin tavan yaptığı bir dönemde bir siyasî, katıldığı programdaki konuşmasında üniversitenin, "meslek edindirme" yeri olmadığını söyledi.     Evvela önce yüksekokul ve üniversite kavramlarını ayıralım. Üniversite, universal, yani evrensel kelimesinden gelir. Üniversitenin hedefi, aydın kimseler yetiştirmektir. Üniversiteden her mezun olan aydın bir kimse olmasa da aydın olmak için üniversite eğitimi almak şarttır. Çünkü üniversite, öğrencilerine kritik düşünebilme becerisini kazandırır.     Yoksa üniversitenin meslek edindirdiği yoktur. Meslek, esasen meslek liselerinde de yüksekokullarda da öğrenilmez. Bu okulların yaptığı tek şey, meslek edindirmeye yönlendirmektir. Eleştirel düşünme, önemli bir beceri olmakla birlikte düşünmenin son aşaması değildir. Yaratıcı düşünemeyen bir beyin, eleştirdiği yanlışlık içinde hapsolur.     Meslek öğrenme, hayata atılmaktır. Hayata a

Futbol'un Akademisi: İbadetin Kazası Olur, Futbolun Olmaz

   85-86 sezonuna iyi bir başlangıç yapamayan Trabzonspor, Sunderman ile yollarını ayırıp Ahmet Suat Özyazıcı ile anlaşır. Ahmet Suat Özyazıcı ilk antrenmanına çıktığında ağzından şu söz dökülür: "Gitti Sonderman, gitti ilk derman!"   Trabzonspor'un kuruluş yıllarında ortaya koyduğu felsefenin filozofu da Trabzonspor efsanesini yaratan da Trabzonspor'u 1. Lig'e çıkaran da ilk kez şampiyon yapan da Ahmet Suat Özyazıcı'dan başkası değildi.   Şenol Güneş'in ifadesiyle Ahmet Suat, Trabzonspor için tekerliğin icadıydı. O; Trabzonlulara bir hayat vermişti. Bugün Trabzonlular hayal kurabiliyorsa bu, Ahmet Suat sayesindedir.   Topa da sağ ayağımla vururdum diyerek açıklıyor siyasî görüşünü Ahmet Suat. Her zaman temkinli ve sade bir hayatı olmuştur Ahmet Suat'ın. Hayat, fena hâlde futbola benzer ya, karakteri oyun anlayışına da yansımıştır. İçeride 1-0'a deplasmanda 0-0'a oynayan, pas kalitesinin önemli olduğu, tekniğe dayalı bir felsefesi v

Futbol'un Akademisi: Kasketi Önümüze Alıp Düşünmek

   Futbol yorumcusu da edebiyatçı gibidir. Çünkü daha çok okunmak ve daha çok dinlenilmek için insanların duygularına tercüman olacak laflar bulmaya çalışır.     Liverpool'un 2013-2014 sezonunda şampiyon olamamasını kamuoyu, Gerard'ın ayağının kaymasına bağlamıştı. İlla bir suçlu arayacaksak kendimizden başlayabiliriz.     Peki ya ortada bir suçlu ya da suç yoksa? Ya bizler şu meşhur sağcı refleksinden kaçmaya çalışırken kendimize alternatif bir sağ oluşturup alternatif bir refleks geliştiriyorsak?     Trabzonspor'un belirli defoları olduğu için üst seviyelere çıkamayan ama kendi seviyesinde iyi meziyetlere sahip oyunculara ihtiyacı vardı. Hugo, Bakasetas, Trezeguet, Visča gibi oyuncular buna iyi bir örnek. Trabzonspor bu kaliteli yabancılarla kaliteli yerli futbolcuları birleştirirse -zannedersem Ömür de hep bu seviyelerde kalacak- bir ekol sahibi olma yolunda ilerler. Ancak bunun için bir üretim ekonomisi oluşturmak şarttır.     Çünkü Özkan Sümer'i

Futbol'un Akademisi: Biz Halkız, Yeniden Doğarız Ölümlerle

   Özkan Sümer, başkan seçilir seçilmez tribünlerdeki tel örgüleri kaldırtmıştı. Şimdilerde de yorumculuk yapan birisi tel örgülerin kaldırılmasının yanlış olduğunu bağıra çağıra anlatırken aksine tellere elektrik verilmesi gerektiğini söylemişti.    Zor zamanlarda hemen birlik olabilen, kendi arasında organize olmayı bilen ancak buna karşılık rahat dönemlerde çok kolay ayrışabilen bir milletiz.    Bunun nedeni bağımsız düşünce üretemememiz ve devlete olmayacak anlamlar yükleyerek devlet aygıtını kutsallaştırmamızdır.    Devleti, devlet yapan halktır. Devlet, halk için vardır. Ancak bu durumda halk, devlete karşı kendini sorumlu hissedip fazilet sahibi bir vatandaş olarak yetişebilir. Bütün servetin, üretimin ve kararın merkezde toplandığı bir ülkede herkes devletten bir parça koparmaya çalışır ve bunu da kendine hak görür. Koparamayan kimseler ise sefalete mahkûm olur. Böyle bir düzende fazilet, aptallık olarak görülür.    Sorun ne dünyaya açılmakta ne Liberalizm'de ne

Tarih Fantezileri: Lozan'ın Gizli Maddeleri Var Mı?

   KONDA'nın 2018 yılında yaptığı anketin 2023'e girerken gündeme gelmesi sonucu, Türkiye belki de tarihinin en komik yılbaşılarından birini geçirdi.      Tadımızın tuzumuzun olmadığı, yılbaşının eskisi gibi kutlanmadığı şu günlerde biraz da olsa Lozan'la eğlenebilmek açıkçası güzeldi. Takip edebildiğim kadarıyla oldukça yaratıcı mizahlar da ortaya çıktı.     Bundan sonra bu Lozan meselesinin güldük, eğlendik ve bitti denilerek rafa kaldırılması daha doğru olur. Çünkü bizim burada alaya aldığımız şey, bir insan grubunun "inandığı."      Lozan konusunda yeterince tarih profesörü ve araştırmacı yeterince açıklama yaptı. Bugün bu yazıyı okuyanların kafasında zaten Lozan'ın 2023 yılında sona erip ermediğiyle ilgili bir yargı var. Benim bu konuda defalarca tekrarlanmış bir şeyleri tekrar etmeme gerek yok. Ancak ben Lozan'ın 2023'te bitip bitmediğini kabul etmenin sosyolojik ve psikolojik boyutunu ortaya koyarsam insanların hayatlarından vakitler

Oyunu Anlamak: Trabzonspor: 2-0 Fenerbahçe

   Fenerbahçe; sezon başından beri savunma çizgisini orta saha çizgisi olarak benimseyen, yetenekli oyunculardan müteşekkil kadrosuyla bireysel becerilere dayalı bir futbol oynayan, kanatları, oyun içindeki rolüyle beklerini aktif olarak kullanabilen, dominant bir oyun anlayışına sahip.     İç saha veya deplasman fark etmeksizin Fenerbahçe, savunma çizgisini öne çıkarıp genellikle ikinci bölgede kora kor bir mücadele veriyor. Bunda elbette zorunlulukların ve tercihlerin de etkisi var. Arao'nun ofansif yanı hemen hemen hiç yok. Crespo'nun ise çoğu zaman defansif yanı daha ağır basıyor. Zajc, bu rol için fazla yumuşak kaçar ki zaten hocanın planları arasında Zajc'ın olmadığı belli. Buna Jesus'un kendi içinde mi çözüm üreteceği yoksa dışarıdan mı bir çözüm getireceğini öngörmek zor.     3. bölgeye geçişler ise Batshuayi'nin merkeze gelerek Fenerbahçe'nin merkezde çoğalmasıyla sağa veya sola atılacak bir ters topla veya savunmadan

Oyunu Anlamak: Dünya Kupası Arası Antalya Hazırlık Kampı Maçları Notlarım

   03.12. 2022 Trabzonspor: 1- 1 Hull City    07.12.2022 Trabzonspor: 2-2 Crystal Palace    10.12.2022 Trabzonspor: 1-1 Kasımpaşa    ✍Türkiye'de oynanan futbol ile Avrupa futbolu arasında tarihî, ırkî, ulusal, coğrafî, sosyolojik ve siyasî nedenlerden dolayı bazı temel farklılıklar bulunmaktadır.     ✍Türkiye'de hâlâ 90'lı yıllardan kalan kanat oyunu oynanmakta, takımlar sahaya yayılarak oynamayı tercih etmekte, geçişleri iyi yapmak bir takım için kritik önemde olmakta, bu da geniş alanlara sebebiyet vermektedir. Tüm sahayı parsellemeye çalışan takımlar doğru pozisyon alamamakta, böylelikle ligin sertlik derecesi de artmaktadır. Oyunun kanatlara çok fazla bağlı olması defansif ve ofansif bire birleri çok önemli hâle getirmektedir.     ✍Kendi ligindeki takımları yenemeyen bir takımın, Avrupa'daki takımları yenmesini beklenemez çünkü Avrupa'daki takımlar, kendi liglerindeki takımları yenerek bu sahneye çıkmaktadır. Oysa bizim ligimizde her sene en iyi olan

Blog Tecrübem: Sosyal Medya Çağı Sona Mı Eriyor?

   Daha önce sosyal medyanın varoluşu üzerine yerli ve yabancı düşünürlerden birçok yazı okumuştum. İtiraf etmeliyim ki başlarda oldukça ilginç karşıladığım bu yazılar sosyal medya yıllardır aynı tas aynı hamam olduğu için bir süre sonra sıradanlaşmaya başlamıştı.    Bu yüzden epeyi uzun bir süredir sosyal medyaya ne felsefî ne sosyolojik ne de ontolojik olarak yaklaşan hiçbir yazı okumadım.     Bilen bilir, biz blog yazarlarının büyük(!) bir derdi de yazdıklarını büyük kitlelere ulaştırmaktır. Teoride Twitter, düşünceleri yaymak için iyi bir platformdur. Facebook grupları, taraftar veya muhalif bulmak için harika bir fırsattır. İnstagram, ürünümüzü iyi pazarlayabiliyorsak etkileşim verebilir. Ama pratikte verilen emekle karşılaştırıldığında sosyal medyanın blog yazarına katkısı yok denecek kadar azdır.     Suç, pek tabii insanların beğeni algısına veya minnet eksikliğine atılabilir. Çünkü bir içerik üretici, kuru bir teşekkür veya yazının tam olarak okunmadığının apaçık belli olduğu s

Futbol'un Felsefesi: Futbolda Hata Kavramına Yeniden Bir Bakış

   Futbol'un Felsefesi: "Futbol; Bir Takım Oyunudur, Bireysel Hata Olmaz." adlı yazımda "futbolda bireysel hata ve takım olmak" konusu üzerine durmuş ve "bireysel hata" şeklinde bir kavram olmadığını söylemiştim.     Yazdığım bu yazı, bu işi bilen kimseler tarafından da ilgiyle karşılanırken "Futbolda hata yok mudur?" gibi bir soruyu da akıllara getirmiş oldu. Evet; futbol, bir takım oyunuydu ve hiç kimse takım oyununda bireysel hatanın olmasını istemez. Ancak bizler o yazıda futbolda bireysel hata kavramının olmadığını tartışmıştık, futbolda hatanın olmadığını değil. En nihâyetinde futbol yorumu veya açıklamaları bir gözleme dayanır ve gözlemlerin bir miktar hata içermesi son derece doğaldır. Kendi duyularımıza son derece haklı bir şekilde güvenmiyor olsak bile makinenin hata yapmayacağını düşünürüz. Ancak makineler de kusursuz değildir.     Hayattan projeksiyonlar sunan ve elbette hayata projeksiyonlar veren futbolda hata olmadı

Politikasız Poetika: Şiirin Niceliği Üzerine

   Bu zamana kadar nitelikli şiir ve şiirin niteliği üzerine birçok yazı yazıldı ancak kimse şiirin niceliği üzerine birkaç söz söyleme endişesi duymadı.     Oysa şiirin niceliği sorununu çözmemiz, nitelik sorununu ortadan kaldıracaktır.     Öncelikle her popüler şey kötü değildir veya çok olan şey, değerini kaybetmez. Çünkü sanat eserleri paha biçilmezdirler ve cümlenin malumu olduğu üzere şâirler yazdıkları şiirler ve kitaplarla anılır. Sanat dünyasında "ne kadar çok aktif olmak, o kadar tanınmak" demektir. Sanatçı, üzerinde güzel bir şeyler üretmek zorunda olmanın baskısını hisseder. Tribünler, güzel oyun ister. Ancak bunun sürekli olmasını da talep eder. Ancak realitede bu, her zaman mümkün değildir. Şair, bazen içi oldukça boş şeyleri süslü cümlelerle söyler. Bazense hikmetli sözleri sanatsız bir şekilde ifade etmek zorunda kalır. O an şair için sonuç almak önemlidir ve buna göre davranır.     Sonuçta her şairin bir veya birkaç şiiri bilinir ve takdir edilir.